19 Ağustos 2011 Cuma

Kevser Suresi

Sözlükte yazmış idim, sonra hesabı silince buraya da aktarayım dedim:

muhterem katipler, yılansıvari çocukları barındıran işbu lügat da günümüzde ana akım denilen medyaya ayak uydurdu ve şahsımı ramazan ayı münasebetiyle lügata dahil etti. bendeniz sahur özel programı minvalinde gece saat 3 civarları* sizleri derun ve hikmetli sözlere gark edeceğim ve dahi bu engin deryaların içinde cümleten yüzeceğiz. (hocaların arasından pek nisâ çıkmadığı için faraza ben şu anda müzekkerim, sinekkaydı tıraşlı ama aynı zamanda bıyıkları olup son derece huşu içerisinde ekrana bakan birisi olarak tahayyul edebilirsiniz beni.) bu gece kevser sûresi, incelikleri ve kurbanla ilgili çeşitli münasebetlere değineceğiz evlatlarım.

~evvela allah'u teala'nın neler buyurduğuna kalp gözümüzü de açıp bakıverelim:

"hakikat o ki biz sana (resul-i kibriyâ efendimiz s.a.v.'e) kevser'i verdik. o halde (yani bu nimete şükür için) namaz kıl ve kurban kes (el-ân nahr kelimesinin yaygın kullanımını yazıyorum amma velakin açıklamalar daha farklı olacak, devam edelim şimdilik.) muhakkak sana buğz eden esas ebterdir (soyu kesiktir)."

~saniyen sûrenin bir inceliğine değinelim. müfessir-i kebir fahreddin razî'nin de belirttiği vecihle bu mübarek sûre, kendinden evvelki mâûn sûresinin mukabilidir diyebiliriz, şöyle ki:

a- "işte yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen odur." (mâûn 2-3). kevser sûresindeki "biz sana kevser'i verdik" ayeti bu iki ayete mukabildir. yani şöyle tefsir edebiliriz, "aman cimrilik etme; nasıl ki biz sana nimetlerimizden çokça ihsan buyurduk, sen de çokça infak et."

b- "namazı gafil olarak kılanlar ve namazla riyakarlık yapanlara veyl (vahlar) olsun!" (4-5-6). "rabbin için namaz kıl" ayeti işbu üç ayete karşılık nazil olmuştur. yani "namazı başka kimseler için değil, sadece rabbin için kıl!" denilmektedir.

c- "(ki o riyakar namaz kılanlar) onlar hayra (zekata) da mani olurlar." (mâûn 6), "rabbin için namaz kıl ve kurban kes!" (kevser 2). yani zekatı vermemenin karşılığı kurban kesmektir, o halde kurban kesip etlerini dağıt.

son olarak müfessir-i kebir fahreddin râzî mâûn ve kevser sûresi arasındaki münasebetle ilgili şunları kayt altına almaktadır: "daha sonra bu sûreyi, "sana buğzeden yok mu, işte asıl zürriyetsiz olan şüphesiz odur" (kevser, 3) buyurarak bitirmiştir ki bu, 'bir önceki sûrede bahsi geçen o kötü fiillerin sahibi münafık ölecek, ama dünyada ardında bir eser, bir iz, bir haber bırakamayacaktır. sana gelince (ey muhammed), senin için dünyada güzel ad kalacak, ahirette de bol mükafaat sürüp gidecek' demektir."

~salisen cenâb-ı hakk'ın 've, kurban kes" emrini mülahaza etmek gerek:

- esbağ ibn nebâte, esedullah hz. ali (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "bu sûre nazil olunca, hz. peygamber'e, cebrail, "rabbimin sana emrettiği bu nahîre, (ayette geçen kelime 'nahr'dır.) "boğazlama" değildir. ne var ki, cenâb-ı hak sana, namaza başladığın zaman ellerini kaldırmanı, tekbir aldığında, rükûya gittiğinde, başını rükûdan kaldırdığında ve secde ettiğinde ellerini kaldırmanı emrediyor. çünkü bu bizim, hem de yedi kat gökteki meleklerin namazıdır. her şeyin bir süsü vardır. namazın süsü de, her tekbir almada elleri kaldırmaktır." buyurdu.

- yine ehli beytin reisi, ali ibn ebî tâlib'in, nahr kelimesini, "namazda iken elleri göğüs (en-nahr) üzerine koymak" diye tefsir ettiği ve "namazdan önce elleri kaldırmak, sığınanın ve ücret taleb edenin; onları nahr (göğüs) üzerine koymak ise, huzû ve huşu içinde olan kimsenin adetidir" dediği rivayet edilmiştir.

- dahhâk ve süleyman et-teymî'nin şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "bu ifadenin manası, 'iki elini, dua ederken göğüs hizana kaldır' şeklindedir."
vahidî şöyle demektedir: "bütün bu görüşler aslında, "göğüs" anlamına gelen "en-nahr" kelimesine varıp dayanmaktadır. çünkü devenin kesileceği yere, "en-nahr" denilmektedir. zira devenin boğazlanma yeri, göğsündedir. onun boğazı, göğsün en üst tarafından görülür. o halde, buradaki "en-nahr" kelimesinin anlamı, göğüse dokunmaktır.

ayrıca pek muhterem mutasavvıf ibnu'l-a'rabî şöyle demektedir: "nahr, bir kimsenin namazda mihrabın karşısına dikilmesi demektir ki, bu da, bu kimsenin göğsünü kıbleye doğru dikmesi, yönelmesi; sağa sola dönmemesi demektir.

bu izahlara göre (fahreddin razi'nin mülahaza ettiği şekliyle) cenab-ı hakk şöyle buyurmaktadır: "kâ'be benim beytim'dir. o, senin namazın, kalbinin, rahmetinin kıblesi ve iki gözünün nazargahıdır. o halde bu iki kıble hep devamlı, bir birinin hizasında, yüzyüze bulunsun..."

ayet-i kerime'deki nahr kelimesinin bu kullanımı "ne biçim dindir bu, başka hayvancağızların kesilmesini emrediyor" tenkîdatına da cevaptır bir bakıma. önemli tenkîdattan berikisi de, kuran-ı azimuşşan'ın günümüz ilahıyatçılarınca asrî tefsire tabi tutulup orasının burasının değiştirilmesi olsa da bu tenkîd şu mübarek sûrenin tefsiri için mevzubahis olamaz. o halde ahir kısma yani kurban kesmenin mezhepler nezdindeki hükümlerine geçelim:

evvela müceddid imam-ı azam eba hanefi'nin görüşünü zikretmek gerek. ona göre kurban kesmek vaciptir, zira hem ayetteki nahr kelimesini "kurban kes" olarak alır, hem de "mâlî bolluğa sahip olup da kurban kesmeyen, namazgahımıza yak­laşmasın." (1) hadisini istidlal ederek ümmete vacip olduğu hükmüne varır.

imam-ı şafi'e gelince, o da nahr kelimesini "kurban kes" olarak alır, lakin bu emrin peygamber-i zişana mahsus olduğuna, "zilhicce ayının on günü girip de biriniz kurban kesmek isterse, kurba­nının ne kıllarından, ne de tırnaklarından bir şey almasın" hadisinde olduğu gibi ümmet içinse sünnet sayılacağına hükmetmiştir. dahi imam-ı malik ve hanefi mezhebinin imam-ı azam'dan sonraki en mühim müctehidlerinden olan imam-ı yusuf ve muhammed de sünnet olduğu görüşündedirler.

esasında evvel dönem müfessirlerinden ibn abbas hazretleri de kurbanın vacib olmadığı görüşünde idi. ikrime'den rivayet olunduğuna göre ibn abbas kendisine iki dirhem ve­rip "bununla et al ve rast geldiğin fakirlere: 'bu, ibn abbas'ın kurbanıdır diye­rek ver". demiştir. büâl'den de, bir horozu kurban ettiği rivayet olunmuştur (bir de koca zekeriyya beyaz üstâd ile alay ediyorlardı, siz kiiim; hocaya laf yetiştirmek kim, bir bildiği vardır demek ki).

başka başka sahur programlarında görüşmek temennisiyle, şimdilik hoşçakalın. sahur yaparken de bir bemiks atıverin ağzınıza, güzel oruç tutturuyor maşallah!

*pek tabi bu saatlerde şu garb kafasıyla icad edilen internet denen meretin şark kafası sonucu kesilmesi sebebiyle saat mefhumuna pek dikkatli olamayabilirim de muhterem katipler.

(1)ebû hüreyre (r-a.)'dan rivayet olunan bu hadisi, buhari, müslim, ibn-i mace, imam ahmed gibi önemli hadis kitaplarında geçmiştir.
(2)ümmü seleme'den rivayt edilmiştir, müslim, edâhî, 35/7, no: 1977 çoğu insanın hayalidir güzel bir bahçeli müstakil, sevimli eve sahip olmak. işte kendime ait böyle tatlı bir evim olduğunda bahçesini ıhlamur ağacı ve hanımeliyle donatacağım. yağmur yağan günlerde yağmurdan sonra onların kokusunu içime çekerek romantikleşirken, yağmursuz günlerde yaptırmış olduğum benzinliğe giderek, tinerciler gibi benzin kokusunu içime çekip kendimden geçeceğim.

5 yorum:

  1. Evvela yeni konsept blogun hayırlı olsun diyelim. Issız bırakma bari.

    Kurbana dair ortodoks olmayan ve tabii pek bilinmeyen yorumlara da dikkat çekmen hoş olmuş. Bu mevzuda (özellikle Hanefi fıkhında gördüğümüz vacip kavramından yola çıkarak Fıkıh metodolojisine dair söyleyecek bir şeylerim varsa da) burada benim ilgimi çeken işin fıkhî yönü değil. Kurban ritüelinin kendisi ve tarih içindeki seyri ile ilgilenmeyi tercih ederim. Zîrâ dinler tarihi, din fenomenolojisi ve antropolojinin en verimli mecralarından birini işgal ediyor kurban meselesi. Anlam ve gâyesi üzerine çok sayıda analiz ve kuram birikmiş şimdiye kadar, çünkü politeist olanından, monoteist olanına kadar pek çok inanç sistematiğinde kendine bir yer bulmuş olduğunu görüyoruz. Hattâ tanrılara sunu gibi geniş bir bağlamda düşünülürse, onun din mefhumu ile özdeş olduğunu bile öne sürebiliriz.

    Tabii bugün genellikle söz konusu olan kan dökülmesine dönük bir sunu. Özellikle İbrahimi gelenek Habil-Kabil kıssasına bakarak yorumlanabileceği üzere kan dökülmesinden yana tarihsel bir tavır almıştır(yeri gelmişken, bu kıssanın avcı-toplayıcı/tarım toplumları çatışmasında avcı-toplayıcıdan yana bir konuma işaret ettiğine dair antropolojik bir başka yoruma da gidilebilir.) Gerçi İbrahimi gelenek dedik, ama İslâm bir yana, Yahudi-Hıristiyan geleneğinde kurban ikircikli bir konudur. Örneğin birçok yerde kurban ritüelini gördüğümüz Tevrat'ın Yeşaya kitabındaki çarpıcı bölüm tamamen farklı bir anlayışla şöyle der:

    Ey Sodom yöneticileri
    Rab'bin söylediklerini dinleyin
    Ey Gomora halkı
    Tanrımızın yasasına kulak verin.
    "Kurbanlarınızın sayısı çokmuş,
    Bana ne?" diyor Rab,
    "Yakmalık koç sunularına
    Besili hayvanların yağına doydum
    Boğa, kuzu, teke kanı değil istediğim"
    ...


    Bu bölümün devamında da görüleceği üzere Tanrı kurban işinden bezmiş, kendi ifadesi ile bu yükü taşımaktan yorulmuştur. Tevrat'ı okurken Yahve'ye dair hissettiğim şey hep budur: İlginç bir Tanrıdır o.

    Hıristiyan geleneğinde ise bir ibadet olarak kurban mevcut değil. Fakat yine de kurban tasavvuru bir yere gitmiş değil, aksine inancın tam merkezinde, İsa'nın kendisinde mündemiç. Yuhanna'ya göre Vaftizci Yahya İsa'yı, "İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu," diye işaret eder. Nitekim sonunda o,
    belki bir dinde gördüğümüz en tuhaf, en tartışmalı, en yoruma açık bir şekilde, insanlığın günahları için çarmıhta kurban edilen bir tanrı figürüne dönüşecektir.

    Sanırım ipin ucunu kaçırdım yine. Velhasıl kurban ilginç ve doğurgan bir mesele.

    YanıtlaSil
  2. Estağfirullah, şeref verdiniz yorumunuzla. Çok sevindim burada da görünce sizi :)

    Tanrının bezmesi hususu ise, bana tasavvufu hatırlattı biraz (Tevrat'ı okumadım, bakayım bugün o bölümlere). Yani tasavvufta oluşturulan yaratıcı da dini ritüellerin şekillerine takılmaktan ve belki de hükmetmekten bezmiş, daha çok bilinmeyi ve yalnızlığının giderilmesini isteyen bir tanrı sanki. (böyle de çok indirgemiş oldum, yanlış oldu biraz ama.)

    YanıtlaSil
  3. Evet, epeyce indirgemeci, ama doğrusu tanrılara dair ne söylesek indirgemeci olur. Tasavvufun tanrı tasavvuru ile Tevrat'ın tanrı tasavvuruna gelince, temelde bunlar ayrı dünyaların insanları(!...)

    YanıtlaSil
  4. Bakayım ben o ayrı dünyalara. Bu arada tasavvufun tanrı tasavvuru ile Kuran'ın tanrı tasavvuru da epey farklı gibi geliyor bana. Gerçi ayetleri tefsir ediş şekliyle bu farklılıklar da aşılmaya çalışılmış sanki.

    YanıtlaSil
  5. Tasavvuf geleneği, başka her yorum girişimi gibi, kendi tanrı tasavvurlarının Kur'an'ın tanrı tasavvuru olduğunu iddia ediyor elbette. Bu iddianın sonuçları tekil akla yatsın ya da yatmasın, mesele şu ki, ne ortada kutsal metin adına konuşacak herkesi bağlayıcı bir otorite mevcut ne de metni yorumlamanın objektif bir yolu var; yoruma nazarî bir sınır çizmek de pek mümkün değil.

    YanıtlaSil