22 Aralık 2011 Perşembe

Şifahi Kültür ve Kadın

Evvela şu linki okumanızı öneririm, çünkü benim burada toparlayabileceğimden daha güzelce özetlemiş, ben o yazıdan hareketle aklımı kurcalayan bir kaç şeye değineceğim.

İlk olarak, Ahmet Yaşar Ocak 'Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri' isimli kitabında bahsediyordu: İktidar bilgiyi yazıya geçirerek devam ettirirken iktidarın dışladığı, ötekileştirdiği kesimlerse bilgilerini ancak şifahi yolla aktarabilirmiş (tabii keyiflerinden değil, iktidarın araçlarına sahip olamadıkları için). Bilginin yazıyla muhafazası ise iktidarın tekeline kaldığı için muktedir yerini daha da sağlamlaştırabilmiş ve bilginin bu sürekliliği onun uzun yıllar ayakta kalmasına imkan tanımış.

Peki buradan hareketle erkek ve kadının bilgi aktarımlarındaki ayrıma değinsek nasıl olur? İyi olabilir bence, çünkü bilgiyi yazıyla aktarabilen hep erkek olmuşken kadının payına şifahi yol kalmış. Bunu tercih mi etmiş, yoksa yazıya dökebilmesi için gerekli araçlardan (öğrenim en basitinden) yoksun mu kalmış? Bana ikinci yol daha olası geliyor. Elbette bilgi şifahi yolla aktarıldığında kurumsallaşamıyor, iktidar kuramıyor ve belki de nasıl bir sürekliliğe sahip olduğunun farkına varılamıyor. Ama şifahi yolun mühim bir özelliği bence kurumsala göre hayatımıza çok daha fazla işlemesi, bir kültür oluşturabilmesi. Bu davranış biçimlerimize kadar işlediği için farkına varmıyoruz.

Kadının tarih içinde oluşturduğu bilgi de böyle bence. Kurumsal değil, bir edebiyat/felsefe/bilim oluşturamamış ama günlük hayatımıza, davranışlarımıza, kültürümüze aslında pek de farkedemediğimiz kadar işlemiş. Hele babannemi/anneannemi dinlerken şifahi kültürü nasıl güzel aktarabildiklerine, günlük karşılaştığımız her olayı eskiden kalma deyimlerle, hikayelerle nasıl kıyaslayabildiklerine şaşarım. Ve bu kıyas tam cuk diye oturur, geçmişle bir bağ oluşturur. Belki (benim karşılaştıklarım arasından genelleme yaptığım için belki diyorum) kadınların (kısmen eskilerin) erkeklere göre daha tutucu olmaları da evvelkilerin bilgilerini kültür içerisinde oluşturabilmeleri, günlük hayatı kurarken çok daha geçmişle bağlantı kurmalarıdır. Ellerindeki araçlarla üretebildikleri bilgi, geçmişin şimdiye taşınması ve yeniden üretilmesi yüzünden, mazi erkeklere oranla daha fazla anlam taşıyor olabilir kadınlar için.

Kadın bilgisini bu şekilde şifahi yolla aktaragelirken, belki bulunduğu hale pek de itiraz etmezken (1) tarihin bir dönemecinde bir şey oluyor ve erkeğin tekelinde olmuş bilgi alanlarına müdahil olmaya çabalıyor (en azından eskiye oranla daha örgütlü bir şekilde dillendiriyor bunu). Niye bu yarım akıllılar pek rasyonel olan bilgiye talip olmaya başlıyorlar bu dönemde? Niye kadınlarımız evlerinde kendi akıllarına uygun bilgilerle uğraşmıyor da kalkıp modernizmin kucağına düşüp kirleniyorlar, değil mi? (2) Benim aklıma şöyle bir olasılık geliyor:

Aslında kadının ürettiği şifahi bilgi yukarıda değindiğim gibi pek görünür değildi ve bu yüzden bence tarihin hiç bir döneminde pek itibar edilmedi (erkeğin ürettiği yazılı bilgi kadar). (3) Bunu niye belirtiyorum? Çünkü birazdan yazacaklarımı "kadın eskiden kıymet görüyordu da modern zamanlarda görmemeye başladı" şeklindeki bir algıdan hareketle yazdığım zannedilmesin. Evet, arada bir fark vardı ama bu fark erkeğin kadına ve onun ürettiği bilgiye değer verip vermemesi yönünden değil, daha çok kadının kendi ürettiğinin farkında olup olmaması yönündendi bence. Modern öncesi zamanda kadın toprak ve doğayla daha iç içeydi ve emeğinin semeresini (şehirli zengin kesimi saymazsak) topraktan çıkan mahsullerle gözlemleyebiliyordu. Ayrıca doğa ile iletişiminin daha zengin olduğunu ve bu iletişimle edindikleri bilginin de kendilerini daha tatmin ettiğini söylersem yanlış olur mu acaba? (4) Modern zamanın beton yapılı şehirleşmesinde ise kadın eskiye/doğaya ait bir iz bulamamış ve dört bir yanı erkek üretimi olan bilgi, teknoloji, tarih ve mimari eserle örülmüş. Tamamen erkeğin inşa ettiği, onun tarihi olan bir alanda kendine yabancılaşmış. Zaten pek değer görmeyen şifahi kültürü (kadının tarihi de diyebiliriz buna) artık toprak ve genel olarak doğadan da soyutlanmış, doğayla iç içeliği hasar görmüş ve ev içi emeği, üzerine fiyat biçilmediği için iyice değersiz hale gelmiş. Başka bir zamanda değil de bu zamanda kadının, erkeğin tekelinde olan alanlara hamurlu ellerini uzatması ve yazılı bilgiye talip olması (kuşkusuz ekonomik sebeplerin yanında) artık kendisine aktarıla gelen kültür ve üretimi eskiye oranla çok daha az hissetmesi ve muktedirin bilgisinin onu gittikçe boğması da olabilir. Nefes alabilmesi için müdahil olması gerekiyordu ve o da bundan geri durmadı.

Son olarak, değinmek istediğim bir konu da erkeğe ait kabul edilen rasyonel/tarafsız bilgiye karşı kadının duygusal ve taraflı bilgi ürettiğine dair algıyı sorgulamak idi. Ama bu yazıyı fazla uzatır diye o konuda ayrı bir yazı düşündüm. Kısmetse olur o da (üzerinde düşünmem lazım hem).


(1) Veya itiraz etse de yazıyla aktarabilme şansı olmadığı için biz bilmiyoruz.

(2) Daha çok Ali Bulaç ve şürekasının kadını modernizmin kötülüğünden kurtarıp geleneksel ve muhteşem ötesi rolünü sürdürmesi yönünde teşvik etmelerine benzer bir şey kurayım diye yazdım, aman ciddi olduğum sanılmasın.

(3) Kadının aklının kısalığına dair mühim bilgileri tefsir, fıkıh, felsefe ve edebiyat kitaplarında (tarihleri epey eski olanlarında da) bolca görebiliriz, bu tutum Batı'ya has bir şey de değil hem (tasavvuf geleneğinde farklı tutumlarla karşılaşmak daha olası ama, olumlu manada. Buna dair de bir araştırma iyi olur aslında).

(4) Bu dediğime örnek olarak günümüzde köydeki Hes'leri protesto eden kadınlar aklıma geldi. Karadeniz köylerinde, Erzurum'da kadınların güvenlik güçlerine karşı nasıl canlarından bir parça gidiyormuşcasına direndikleri geçiyor gözümün önünden. (Bu videolardan birinde kadınlar erkeklere göre daha bir canları gidiyormuşcasına direnmişlerdi hatta, hatırlıyorum. Niye acaba?) Şimdilik bulabildiğim bir videoyu koyayım: http://www.nethaber.com/video/13853/kadinlarin-hes-direnisi-polise-kabus-oldu.html 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder