إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاBu ayet hep ilgimi çekmiştir, sanırım başka müslümanları da etkiliyordur benim gibi. Zira ayetteki "emanet" ve "zulüm" kelimeleri pek çok anlama geleceği için düşünmeye ve farklı tefsirlere zemin oluşturuyor. Tabii kendi düşüncelerime geçmeden evvel sevdiğim bir iki tefsiri öne alayım:
"Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir." Muhammed EsedBiraz tasavvufi yorumu (esma şuuru kavramını bilmiyorum tam ama Esma'ül Hüsna'nın sırları manasında herhalde):
"Muhakkak ki biz o Emaneti (Esmâ şuuruyla yaşamayı), semâlara (benlik bilincine), arza (bedene) ve dağlara (organlara) önerdik de, onu yüklenmekten kaçındılar (Esmâ bileşimleri onu açığa çıkarmaya elvermedi); ve ondan korktular! Onu, İnsan (hilâfeti oluşturan Esmâ mânâlarını açığa çıkarma şuuru) yüklendi! Muhakkak ki o zâlim (hakikatini hakkıyla yaşamakta yetersiz) ve cahildir (sınırsız Esmâ'yı bilmede yetersizdir)!" -Ahmet HulusiMevdudi ise şöyle bir yorumda bulunmuş:
"Bununla birlikte Allah'ın bunları mecazî olarak ifade etmiş olması da mümkündür. Bu meselenin olağanüstü önemini vurgulayabilmek için, insanların gözünde kendi huzurunda bir tarafta gökler, yeryüzü ve Himalayalar gibi büyük dağların, diğer tarafta da 5-6 fit boyundaki insanın yeraldığı bir manzarayı canlandırmayı murat etmiş olabilir. Bu karşılaşmada Allah şöyle sormuştur:
"Yarattıklarımdan birine, benim mülkümün bir kulu olarak, dilerse üstünlüğümü kabul etme ve emirlerime itaat etme gücünü vermek istiyorum. Diğer taraftan bu yaratık beni inkar etme, hatta bana isyan etme gücüne de sahip olacaktır. Ona bu seçme özgürlüğünü verdikten sonra kendimi ondan sanki yokmuşum gibi gizleyeceğim. Bu özgürlüğünü kullanabilmesi için ona büyük güçler, sınırsız yetenekler ve kainatta istediğini yapabilmesi için sayısız yaratıklarım üzerinde hakimiyet hakkı vereceğim. Daha sonra onu belirli bir zamanda hesaba çekeceğim. Benim emanet ettiğim özgürlüğü kötüye kullanan kimse büyük ve acıklı bir azaba çarptırılacak; isyan etmesi için elinde birçok fırsat ve şans olduğu halde bana itaati seçen kimse ise yaratıklarımdan hiçbirinin ulaşamayacağı yüce makamlara ulaştırılacak. Şimdi söyleyin bakalım, hanginiz bu imtihanı yaşamaya hazırsınız?
Bunu duyunca bütün kâinat bir müddet için büyük bir sessizliğe gömülmüş olmalı. Daha sonra muhtemelen Allah'ın yarattığı büyük varlıklardan her biri huzura gelip secde etmiş ve bu şiddetli imtihandan bağışlanmaları için yalvarmışlardır. En sonunda bu zayıf yaratık kalkmış ve emaneti kabul etmiştir: "Rabbim, ben bu imtihana girmeye hazırım. İmtihanı geçtiğimde senin mülkünün en yüce makamının bana lütfedileceği ümidi ile bu seçme özgürlüğü ve bağımsızlıkta varolan bütün tehlikeleri göğüsleyeceğim."(Diğer yorumlar için şuraya tıklayabilirsiniz.)
Tefsirleri okudunuz mu? Heh, ben de düşüncelerimi "emanet", "emaneti yüklenen insan", "o insanın zalim ve cahil olması", bu ayetten sonrakinde bahsi geçen "münafık ve müşrikler", "emaneti yüklenmekten çekinen gökler-yer ve dağlar (kısaca biz ona doğa diyelim)" etrafında sürdürdüm. Toparlayabilirsem anlatacağım.
Evvela emanet. Bu emanetin "rabbi hakkıyla bilmek" şeklinde tasavvufi bir yorumu da vardı bildiğim. Hatta (bu yolda nefsiyle ilgili nice zorlukları bilemediği için) cahil olmuştur diye devam ediyordu yorum. Belki bu ayetten sonra gelen a- münafık ve b- müşriklerden kasıt da; a- rabbi bildiğini iddia eden, ama bilmeyen b- şeyhe haddinden fazla yaslanıp, işi şirke vardıran kimselerdir. Ama ben emaneti daha çok sorumluluk ekseninde alıyorum. Daha doğrusu doğayı kendi çıkarları için dönüştürebilme gücünü de içine alan bir idrak ve bunun getirmiş olduğu sorumluluk (Muhammed Esed gibi). Bu anlamda dünyada tüm canlıların (bunun içine toprak, ormanlar da dahil) yaşam hakkını koruma, zulmetmeme ekseninde bir sorumluluk yükleniyor insan (bu yüzden "doğamız bunu gerektiriyor, diğer canlılar da yaşamak için yok etmek zorundalar." argumanı biraz havada kalıyor zamanla). Çünkü insan emaneti yüklenirken, bunu başarıyla yerine getireceğine inandı ve aslında işinin ne kadar zor olduğunun farkına varamadı. Bu zorluk, sorumlulukla gelen iktidardı elbette. İktidar hırsı/kibri insanın gözlerini kör ettiği için pek çabuk zalimliğe kaydı ve kaymaya devam ediyor. Hatta bu zulüm kendi cinsinden başka, dünyaya ve başka tüm canlılara da sirayet ediyor. Son 100 yılda hele insan hakları konusunda bazı ülkeler (hadi en azından kendi vatandaşlarına karşı) bir gelişim elde etmiş olsalar da hayvanlar ve doğa konusunda belki de dünyaya en çok zarar verdiğimiz çağı yaşıyoruz.
Mümin, münafık ve müşrikleri de bu eksende ele alabilir miyiz acaba? Mümin, yeryüzünde zulmedenlerin kurmuş olduğu iktidarı sorgulayanlarken, müşrikler (2) bu zulmü yapanların bizzat kendileri, münafıklarsa müminlerin aleyhine zulmedenlerle birlik olanlar, zulme yardım edenler.
Tabii biz bu emaneti ne zaman yüklendik sorusu da aklımı kurcalıyor bir yandan. Acaba "idrak" ve "yargılama" kavramlarını edindiğimiz zamanla (evrimsel sürecin sonunda belki) alakalı mıdır? Yoksa başka bir diyarda, insan bedenleri içinde değilken mi yüklenmiştik emaneti? (Ruhlar alemi diye bir şey var ya İslam literatüründe, o hesap.) "İbn Abbas ve talebeleri ile Vehhab ve başkası «İnsandan maksat Hz. Adem'dir. Emaneti yüklendi ve bir gün geçmeden cennette işlediği zelleyi işledi. Cenab-ı Hak onu cennetten çıkardı» diyor." (Fahreddin Razı tefsirinde geçiyor olmalıydı bu.) Bu konu daha derinleştirilir aslında. Çünkü vahyi de kapsayacak denli geniş bir cevabı hakediyor (ayrı bir yazı lazım bunun için).
Gelelim doğaya ve dahi emaneti yüklenmekten geri durmasına. Ayet bunu sembol olarak ele alabilir ama cidden olmuş bir şey olarak tahayyül edersek nasıl olur acaba? Eğer doğa, emaneti yüklenecek olsaydı insan var olur muydu? Ya da emaneti yüklenmiş olduklarında şimdikinden ne yönlerden farklı bir gezegen oluşurdu? Kendisine zarar verenleri daha etkin bir şekilde başından savabilir miydi? Peki emaneti faraza, hüküm sürebilmek/idrak etmek olarak ele alsak, "doğanın bunu yüklenmemiş olması" şeklindeki tabirde, ayetin indiği zamanlarda insanların doğa için düşündüklerinden parçalar bulabilir miyiz? Mesela o zamanda dahi doğanın edilgen olduğu ön kabülü gibi?
Şimdilik düşüncelerim ve sorularım bu kadar, ilgilenen çıkarsa bir kısmına da yorumlarda devam ederiz :)
(1) Hee, göğüsledin de ne oldu ey o ilk insan? Hem cahil hem kibirlisin, soyun da az çekmedi senin yüzünden :|
(2) Burada mümini tabii Allah inancından soyutlayabilmem pek mümkün gibi görünmüyor ama, her inanmayanın da direkt kuran'da geçen müşrik/inanmayan kısmına girdiğini düşünmüyorum. Çünkü Kuran da hepsini bir saymıyor: "Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış (dininizden dolayı size zulmetmeye kalkmamış), sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever." Mümtehıne 5. ayet. Haliyle bence ayetlerde azap görüleceği söylenen müşrikler, insanlara zulmeden ve yurtlarından çıkaran Mekke müşrikleri ile (günümüzde) zulümde onlara benzeyenlerdir. Münafıklar da bu müşriklere yardım edenler olarak ele alınırsa, (günümüzde) zulmedenlere yardım edenlerdir diyebiliriz. (Kuşkusuz başka ayetler getirilerek bu dediklerim çürütülebilir, lakin ki benim inancım bu dediklerim yönde.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder