31 Mart 2012 Cumartesi

İyi-Kötü Meselesi -II- Acımak

İyi-kötü meselesine giriş yazısında, yapılan iyiliğin altında yatan daha kötü diyebileceğimiz şeyler olabileceğini söylemiştim. O yazıyı yazarken buna en uygun örnek olarak aklıma acıma duygusu gelmişti (aslında seri fikri de bundan doğdu), o yüzden bu duyguyu deşeyim azcık dedim.

Zavallııı, vah garibaan...ah pek acıklı.

Genelde özel, üstten bakışlarla süslenerek dökülüverir büzüşmüş ağızlardan bu sözler. O durumda olmadığına adeta şükrederek içten içe sevinilir sanki. Bir yandan da başkalarına acıyabilecek duyarlılıkta olduğu için övünülür. Bir iki tane daha vah, bir kaç damla gözyaşı ile sahne tamamlanır. Duyarlılığı biraz daha fazla ise acıdığı kişi için bir şeyler yapmaya çalışır ama ona yine pek danışma ihtiyacı hissetmez. Daha çok bahşettiği kurtuluş reçetesinin kabullenilmesini ister. Kimi zaman başkasına acımanın temelindeki kibir ve 'ne şanslıyım, onun yerinde de olabilirdim' duygusu tüm o özgürlük ve hakikat için mücadele etmeyi örtüverir, içini de boşaltır. İyi bir şey yapayım derken çok daha kötü bir duruma sürüklemiş olur(1), üstelik karşıdakini küçük düşürür. Kısacası kendini tatminlikten başka ne faydası olur bilmem.

Sahi niye böyledir, başkasına niye acırız ki?

Yola iyi görülen bir sebepten çıkılıyor olabilir bence, kendimden bahsederek anlatacağım. Karşımda bana benzeyen biri istemediğim bir durumdadır. Burada beni rahatsız eden bir şeyler olur; bir yandan (kendi bakışıma göre) daha iyi bir halde olduğum için suçluluk duyarken beri yandan da gizli bir sevinç hissediyor olabilirim. Bu arada kalmışlıktan acıyan davranışlarla kurtulabilirim hemencecik: Konu hakkında acıklı laflar ederim, gözlerim yaşarır, başkasına gider ve en etkileyici ses tonumla anlatırım hali. Ama o anda ilk hissettiğim şey acaba nedir? Arada kalmışlık duygusundan kurtulabilmektir, onu devam ettirmek epey sıkıntı verecektir zira. Bu kurtuluş kâh tarafımdan oluşturulan rotayı acıdığım kişiye dayatmakla olur, kâh benden istenen neyse oracıkta onu yapıp konuyu kapatmakla olur. Sonunda tekrar kendime geri dönmez ve geçip gidersem kurtulurum da. Ama gece kafamı yastığa koyduğumda, o ana tek bir dönüş her şeyi başa saracaktır. O zaman acımanın bir faydası olmadığının da farkında olunulur. Bazen de acımak pek suçluluk hissettirmez, direkt sevindirir ve aslında kişinin pek memnun olmadığı hayatından memnuniyet duymasını sağlar. İşte en korkuncu bu bence, başkalarının üzüntülerinden, acılarından beslenip kendi hayatındaki üzüntüleri gidermek (ama acımayı da maske edinmek).

Hangi sebepten olursa olsun, acıma duygusu bir ritüelle sonlandırılır genelde: Allah'a çok şükür/ne şanslıyım ki onların hallerinde değilim. Bu söz (son zamanlarda özellikle) acayip irkiltiyor beni. Bir silkeleniyorum bunu duyduğumda. Kendi başıma gelmese de başkasının başına gelen şeyden dolayı nasıl şükredebilirim ki? Ve niye şükretmek için ille de diğerlerinin acı çekmesine gerek var, bu kadar mı yaşanılamaz halde hayat? Oysa bence başkalarına acımamak da mümkün. Hem böyle ani alev alıp sönüveren vicdan rahatlatmalarına gerek kalmayabilir hem de kurtuluş reçeteleri sunmak yerine kendisinden isteneni elinden geldiği kadar yapar, o kimseyle dayanışır. Pek kolay olmayabilir ama süreklilik arzeder en azından.

(1) Başörtü yasağını özgürlük için destekleyenler bu üstün bakışlı acıdan beslenmiştir. Kadına istemediği özgürlüğü (başörtüsünden kurtarmak) vermek için istediği özgürlükten (okulda başörtülü okumaktan) menetme küstahlığına götürmüştür bu durum. Eh, kişi danışma gereği bile görmeden sadece acıdığı ve öyle inandığı için başkası adına özgürlük talep ederse işin neticesi de bu olur zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder