21 Kasım 2012 Çarşamba

Tekrarın Sıkıcılığı

Bir kişi hangi şeyleri tekrarlamaktan zevk alıyor, hangilerinden de çabuk sıkılıyorsa karakteri de yavaş yavaş ona göre şekilleniyor veya karakteri bu tekrarlardan hangisine uygunsa o konuda daha derinleşebilmesine olanak sağlıyor. Hatta kabiliyet dediğimiz özellik de kişinin o alanda ne kadar tekrar yapabileceğine bağlı olarak gelişiyor.

Son zamanlarda, ara ara aklımı kurcalayan bir düşünce oldu bu ve kendimi izlemeye aldım, hangi tekrarlardan hoşlanıyorum, hangilerinden hoşlanmıyorum diye. Farkettim ki, bir şey eğer onu tekrarlarken bende en azından yeni bir duygu oluşturuyorsa veya huzur sağlıyorsa onu seviyorum. Mesela kitaplar, filmler, oyunlar bir şekilde beni sıkarken, Kuran-ı Kerim ve yemek pek sıkmıyor, yokluğu dert oluyor hatta içime. Yine belli bir tekrar sonucunda yeni faydalar sağladığımda (her ne kadar başlangıçta sıkılsam da) o şeyi tekrarlamaktan zevk almaya başlıyorum, spor ve ibadet de buna örnek olabilir benim için. 

Acaba dine ait kurallar veya herhangi bir şey ruhun ve bedenin bu tekrara ne kadar ihtiyaç duyup duymadığıyla alakalı olarak seviliyor veya anlamsız geliyor olabilir mi? Ama bunu anlamanın bir yolu da biraz sebat etmek sanırım, bir şeye başladığımızda her ne kadar fena biçimde sıkılsak da azimli olup bir süre devam etmemiz ve kendimizi gözlemlememiz gerekiyor, çünkü tekrarın sonucunda elde edeceğimiz semere bize o tekrarı sevimli gösterebilir. Bir yöntem de tekrarladığımız şeyde doyuma (veya zirve noktasına) çıkmamaya özen göstermek. Yemek mi yiyorsun; kendini kaybedip tıka basa doldurmaktansa boşluk bırak, böylece her bir ögünü iştahla bekle. İbadet mi yapıyorsun; belli anlarda feyiz geldiğinde kendini tamamen kaptırıp her şeyden kopmak yerine zirveye ulaşmadan kes ki diğer vakitler devam edesin. Ve bir gün gelir bir de bakarsın ki o ibadeti devamlı yapmayı iple çekmişsin (1). Yani tekrarın sıkıcılığından kurtulmanın en mühim reçetesi araya mesafe koyup biraz özlem duymak ki bu uzun ilişkileri (arkadaşlık, aile vs.) sürdürebilmenin de en temel yolu bana kalırsa.

Öte yandan çocukluğumuzdaki ilk isyanın bu sıkıcılığa alışmayı reddetmek üzere olabileceği geldi aklıma. Yetiştirilmek veya eğitim de hayattaki sıkıcılığa karşı bir kalkan görevi üstlensin diye üretilmiş olabilir, ama bu abartıldığı için zamanla sıkıntının bizzat kaynağı olmaya dönüşmüş ve çocuğun buna karşı kendince yöntemler keşfetmesi yerine tek yolun bu olması gerektiğine dair baskı oluşturmaya başlamış (bu iyimser yorum tabii, belki de baştan beri o yola sokulmaya çalışılıyoruz). Velhasıl sıkılmayalım diye ürettiğimiz mücadele biçimlerinin bizzat kendisi de sıkıcı olabiliyor. O yüzden ben kendi mücadele yöntemimi paylaştım, biz biz desem de genele pek uyar mı onu da bilmiyorum.

(1) Mesela kadınların adet döneminde ibadete (namaz) ara vermelerinin (bunu ille zorunlu olarak kabul etmek yerine, adete özgü bir ruhsat verilmiş desek de farketmez) bir artısı, ibadet etmeyi özlemelerine sebep olması bence. Böylece kendisini daha rahat gözlemleyip ibadetin neler hissettirdiğinin daha farkında olabiliyor, bu da ibadetin değerini anlamasına yardımcı oluyor. O yüzden adet olup da ibadetten uzak kalmayı eskiden bir eksilik olarak görürken, şimdilerde yaratıcı tarafından bahşedilmiş bir hediye olduğunu düşünme eğilimindeyim. Ve kesinlikle bu yüzden kadının takvasının eksik kaldığını sanmıyorum, tersine adet sancısı ile bu özlemin birleşmesi imtihan açısından seviye atlattırıyor bile olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder