29 Mayıs 2012 Salı

Kusurlu olmanın Hürriyeti

Geçenlerde beni üzen bir olay oldu. Öyle oturmuş, üzülmemin nedenlerini düşünüyorken bir an geldi ve sebebi tüm çıplaklığıyla karşıma dikildi: Kusursuz olma ve bu kusursuzluğun en azından değer verilen kimseler tarafından da teyit edilme isteği. Tam bunun farkına varmışken müezzin ezanın sonuna gelmişti: Lâ ilâhe illâllah. O kelimeyi duyunca kusursuzluğu elde edemediğimde hissettiğim üzüntü komik ve boş göründü gözüme. Öyle ya, kusursuz olan varlık tarafından kusurlu olarak yaratılmıştım ve esasında bu bana bir hediyeydi. İçimde ne kadar darlık varsa gidiverdi, ağır bir yükten kurtulmuşum gibi derince bir nefes alabildim sonrasında.

***

Günümüzde devamlı yaratıcı olmamız gerektiğine dair yoğun bir baskı var. Sıradandan sıyrılmamız, farklılığımızı, kusursuzluğumuzu ortaya koymamız ve bunu kaybetmeden devam ettirmemiz gerekiyor. Eh, tabi bu pratikte pek mümkün olmuyor; başta biraz sürüden farklı şeyler söyler gibi olan, bir bakıyorsunuz alkış (rt?) için kendini tekrar eder hale gelmiş. Artık sürüden ayrılmak şöyle dursun, sürü onu yönlendirmeye başlamış. Bir zaman sonra  da ortalık yaratıcı insan artıklarıyla pimpis bir yer haline gelmiş. Çünkü kusurlu olunabileceği ve bunun kötü bir şey değil, aksine beşer olmanın bir özelliği olduğu unutulduğunda gittikçe kendinden uzaklaşılır ve dıştan daha çabuk etkilenir hale gelinebilir. Oysa kusurlu olduğunu her hatırlayış, yanlış yapabileceğine dair bir özgürlük ve beraberinde yeniyi deneme cesareti getirebilir. Devamlı mükemmel, yaratıcı olma iddiası ise kusurlu bir varlık için baskı olur, gittikçe içini yiyip bitirir.

Övmenin kötülüğü de bu baskıda ortaya çıkıyor, bir müddet sonra sadece o övgü için bir şeyler yapar hale geliyor insan. Övüldükçe coşuyor, kendini tekrarlıyor ve durdurulamaz biçimde küstahlaşıyor. Küstahlaşmak derken, övülmeye öyle bir alışıyor ki eleştireni direkt paylıyor ve kendini tekrarlamanın kucağına atlıyor. Belki de bu sebeple İslam'da beş vakit namaz kılınırken her rekatta "El hamdulillah, her türlü övgü Allah'a mahsustur" deniliyor. Övgüyü sadece bizi yaratana, tüm yaratılmışlardan ayrı olana tahsis ettiğimizde övgünün üzerimizde kurduğu baskıdan da kurtulmuş oluyoruz böylece. Uzaklaş benden ey övgü, üzerimde kurduğun tahakkümü istemiyorum.


***

Kusurlu olmanın kabulü beraberinde bir şeyler için çabalamanın gereksizliğine dair bir tehlike de getirebiliyor. Kötülük yapmak da kusurumuzun bir parçası, o zaman onu gidermeye çabalamak nafile diyip kolaya kaçmak mümkün. Ama şahsen şu yazıda bahsettiğim, bize verilmiş emaneti hatırladığımda işin içinden o kadar kolay çıkamıyorum. Şöyle diyebiliriz, kusurlu olmamız daha iyisi için çabalamayacağımız anlamına gelmiyor, hayır. Kusurlu olmamız daha çok, çabamızın sonucunun kimi zaman iyi olmayacağını hatırlatıp bizi hata yapabilmekte özgür kılıyor. Öyleyse kendimize göre iyi olan için çabalarız, bunu gerekli gördüğümüz ve bize verilmiş bir emanetten dolayı yaparız, neticesinin iyi olması için de azami gayret sarfederiz ama biliriz ki kusurluyuz ve niyetimiz ne olursa olsun hata yapabiliriz. Hata yapmışsak da tecrübe edinir ve gelecek seferde başka türlü davranırız. Hatamızdan dolayı yakamızı bırakmayan utanma duygusundan ancak kusurlu olduğumuzu hatırladığımızda kurtuluruz (ama hatamızı unutmadan). İslam'daki istiğfarın da bu anlamda olduğunu düşünüyorum. Yani, bitmek bilmeyen bir utançtan ziyade yapılan hatada kul olmanın getirdiği kusurluluğun farkında olmak ve o hatasını hatırlayarak ondan tövbe etmek; yeniden aynı hataya düşmemek için.

Kusurlu olma özgürlüğünü bize bahşeden Allah'a hamd olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder