17 Temmuz 2012 Salı

Yaratıcı Hakkında -III- (İyi-Kötü Meselesi Devam)

Daha evvel yaratıcının kötülüğe izin vermesinin nedenlerine dair bir şeyler gevelemiştim. Aslında bir yaratıcı sadece zevkine bile buna izin verebilir, değil mi? Bir yaratıcının bizim anladığımız şekilde mutlak iyi olma zorunluluğu yok. Hatta yaratma eyleminde bile bir zevk var diyebiliriz, yani sadece zevkine bile yaratmış olabilir. Ama kullar olarak yaratıcımızdan bir hikmet ve bol miktarda iyilik bekliyoruz genelde. Hikmet ve iyiliği hep aradığımız ama (belki de yanıbaşımızda olmasına rağmen) bulmakta zorlandığımız için onu bizden üstün ve tamamen ayrı bir varlığa yakıştırmaya pek hevesliyiz. Ben de yaratıcım hakkında bir hikmet ve bolca iyilik arayanlardanım. Belki teslimiyet eksikliğinden, aksi halde içime bir türlü sinmiyor. O yüzden mütemadiyen bu konu aklımı kurcalıyor.

Kusurlu olmanın hürriyetinden bahsetmiştim. Kusurlu yaratıldığımız için hata yapabileceğimizi ve bunun insanı epey rahatlattığını (sanki biraz özgür bıraktığını) düşünüyorum. Kusursuz olan varlık, mahlukatını da kusursuz yaratabilirdi (melekler gibi) lakin o zaman yarattıklarını çok kısıtlamış olacaktı, hem de zaten öylesini yaratmıştı. Onun yerine kusurlu ama kendi üzerine eğildikçe (aşama aşama) kusurunu azaltabilen mahluku (1) yarattı. Yine, ama niye böyle epey kusurlu yarattı gibi bir soru geliyor akla, hani canı istedi ve yarattı diyip geçebilsek de ben bunun da azcık peşinden gitmek istiyorum (2). Aslında Allah, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri (tasavvufi yorumda beni bilmeleri) için yarattım diyor. Ama yarattıklarına (meleklerde olduğu gibi) seçim hakkı da tanımayabilirdi böyle olduğunda. Buna rağmen kendisine ibadet edilmemesini ve yarattıklarının kusurluluğunu (haliyle kötüiüğünü) da kabul ediyor. İşte niye dediğim daha çok bu.

Yaratıcı kusurlu olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek istediği için yaratmıştır diyemeyiz. Zira bunun nasıl olduğunu bilmesi için yaratmaya ihtiyacı olmamalı. Ama hatalı davranabilmeyi, hata içinde yaşamaya rağmen onu aşmayı; yani hatalı/kusurlu olmanın (ve mükemmel olunamayacağının) görece rahatlığını kullarına bahşetmek istemiştir belki. Bu bahşetmesinden ötürü de kötülük dahil kullarının pek çok kusuruna karışmamayı ve onların hatalarını (bazen yardım etse de) kendi başlarına aşmalarını tercih etmiş olabilir. Bana öyle geliyor ki yaratıcının kötülüğe ve hatalara göz yummasının sebebi, kullarının bunlarla nasıl başedeceğini görmek istemesinden ziyade (bilmesi için görmesine ihtiyaç yok), kullarının bu süreci ve kusurluluğu, dolayısıyla onun getirdiği belli bir rahatlığı, çeşitliliği ve seçme hakkını hissetmeleri isteğidir. Mesela Ebeveynle ilgili en sevmediğim şey, onların istemediği davranışları çocuklarına hiç yaptırmamalarıdır. Bunu yapmanın kötülüğünü ve neticelerini anlatsalar ve seçme hakkı tanısalar, çocuğun yapacağı davranış çok daha kendine ait olur. Ve neticede çocuk onun doğruluğuna karar verirse o yolda daha sağlam adımlarla yürür (öteki türlü hep anne babasının gölgesinde kalır). Yaratıcımız da kötülük ve iyiliği yapma hususunda bizi serbest bırakıp neticelerinin ne olduğunu anlamamızı, buna göre karar vermemizi ve onun mükemmelliğinin gölgesinde kalmamamızı (yani kusurlarımızın her daim var olmasının, onun gibi mükemmelleşemeyeceğimizi farkettirmesini) istemiştir belki?

(1) Burada mahluktan kastettiğim daha çok insan. Çünkü onun kusuru, çevresini de değiştirebilmesinden mütevellit diğer canlılara göre daha fazla veya etkisi daha büyük.

(2) Ayrıca Allah da sad suresi 27. ayette şöyle buyuruyor:

"VE BİZ, hakikati inkar edenlerin sandığı gibi, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık." (Yani, evrenin -özellikle insan hayatının- bir anlam ve amaç ile yaratıldığı inancının bilinçli olarak reddedilmesi, kaçınılmaz -bazan da fark edilmez- şekilde bütün ahlakî değerlerin reddine, ruhsal/manevî körlüğe ve sonuçta öteki dünyada azabın hak edilmesine yol açar.) M. Esed

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder